Geniş zamanları hatırlamak

Bizim Unuttuğumuz Şey Mahmut Şenol’un Tefrika Yayınlarından taze çıkan öykü kitabıdır. Mahmut’un kitap kapağını internette ilk gördüğümde, geniş zamanda bizi anlatan hikâyeleri okuyacağımı hissetmiştim. Şimdiki zamanda geçen herhangi bir biz, çoğunlukla sığlığı, eksikliği, düşmanlığı, ayrışmayı, içine sinmese de gördükçe alışılan bütün o kötü duyguları anlatıyor çünkü.

 

Ve günlük hayatı keyifle yaşamayı hatırlamak gerekiyor sürekli, hayatın yarına hazırlayan kendi ritmini her gün yeniden hatırlamak… Yazarımız Mahmut Şenol Mesele okurları tarafından yakinen tanınır. Ve sadece Mesele’deki yazılarını takip edenler bile Mahmut Şenol’un çok boyutlu, derinlikli merakını ve özenli anlatımını bilir. Tabii ben de kitabın isminin sadece öykülerden biri olmadığını tahmin edebilirdim, ettim.

Yazarımız okuyucusu ile muhabbet etmeyi sever ve kitaplarının girişinde akıl defterini bizlerle paylaşır. Burada da üç not düşmüş Mahmut, hikâye diline, kendini ait hissettiği zamana ve dilbilgisine dair. Bu notlar sayesinde, yazarın “kullanımına takıldığı” bir noktalama işaretinin ben de peşine takıldım mesela. Ayrıca Mahmut’un aklına düşenleri okuruyla paylaşması okurla yazar arasındaki mesafeyi kısaltıyor, illa ki var olan hiyerarşiyi azaltıyor, en azından, ben önceki kitaplarında da bunda da sevindim bu notlara rastlayınca.

Kitapta on sekiz kısa hikâye bulunuyor, İstanbullu okurlar hele Beyoğlu’ndan hayata katılanlar için mekânlar tanıdık ama zaman; işte orada başlıyor geniş zamandaki bizler, ki onları geçmiş zamanlardan hatırlıyoruz. Yazarımız Sait Faik’in, Orhan Kemal’in, Haldun Taner’in zamanındaki hikâyeciliğin mirasına sahip çıktığını söylüyor peşin peşin. Sokakta rastladığınız esnafın, komşunun, mahallede ya da meyhanede en çok hikâyesi dinlenenin, eli cebine varmayanın, elinden dolandırıcılık gelmeyenin; yıllardır sokaklarında gezindiğimiz, pasajlarını bildiğimiz, zamanın ve buralardan geçen her birimizin halleri sindiğinden bizim şehrimizin hikâyeleri bunlar; ikisi hariç tabii, birinde Mahmut’un çocukluğunun köyüne gideriz, birinde de o söylemez ama Kanada’nın bir mahallesinde gezindiğimizi fark ederiz. Olağanüstü olanın değil herhangi birinin; hayatımızda denk gelen anların, rastlantıların hikâyeleridir anlatılan. Bu açıdan Sait Faik’i anımsadım okurken ve sık sık, her birimizin hayatımızla biricik hikâyemizi anlattığımızı düşündüm; biricik ve herhangi birinin hikâyesidir yaşadığımız. İşimiz, mücadelemiz, sevgilimiz, dostlarımız, insanlarımız, sohbetlerimiz; demlenen çaylar, taşan kahveler, sabahlara uzanan rakı sofraları; dertleşmeler, sohbetler, dedikodular ve illa ki araya sızıveren denk düşmeler, olağanüstü anlar. Geniş zamanlar ve tahammüllerle renklenen, yıllarca verilen emeklerle güzelleşen hayat hikâyeleri… Şimdilerde nasılsın sorusu bile dünya meselelerine kapı açıyor da bir süre sonra çıkmaza sokuyoruz ya her türlü muhabbeti; bacağımızı altımıza alıp kahvemiz elimizde, “ee sonra” diye uzattığımız dedikodularımızı bütün bütün unuttuk ya, Mahmut Şenol’un hikâyelerinde tüm bunlarla karşılaşıyoruz, hatırlıyoruz.

Dost meclislerinde sohbet erbapları vardır, sizin yıllardır bildiğiniz fıkraları bir kere daha onlardan dinlemek tekrar olmaz, bir yerinden sizin hayatınıza değiverir anlatılan, tecrübe olur, hatırlanır. Ve dinlerken fark ederiz, hikâye kadar, nasıl anlatıldığı da önemlidir. Bu kitapta da Aklı Kızda Kaldı hikâyesinde, “Herkesin masum olmadığı bir zaman vardır, ne kadar olmaz böylesi deseniz de bazen olur” cümlesini okuduğumda, evet ancak böyle anlatılır, diye düşündüm. Her tarafı janjanlı, yazarın zekâsını okurun kafasına sokan, anlaşılmayıp da çok derin anlamlarla karşı karşıya kalındığını okura hissettiren cümlelerden değil bu. Sade, yazar gelmiş yakınınızdaki sandalyeye oturmuş da anlatıyormuş gibi, sakin fakat etkili hem de okuru sobeleyen bir cümle. Dil hikâyecinin enstrümanı ama esasında yalnız başına hiçbir işe yaramıyor; hele dinleyeni, okuyanı ciddiye almadıkça, anlatacağın kişiye ulaşmak gibi bir derdin olmadıkça. Bu hikâyeleri de mesafesi belli bir yazar yerine yanı başınızda oturan bir anlatıcı, dengbej, dede, siz her ne derseniz o kişi anlatıyor. Üstelik “Sucukçu İrfan, ikinci kadehle biraz ortalık gevşeyince, karısına haydi bir şarkı patlatıver diyor; kadının sesi de ince, ahenkli, makam biliyor”  cümlesinde olduğu gibi noktalı virgülün imkânları sınırlarında geziniyor. Zaman ve kelime zenginliği ziyadesiyle yerinde, keyifle dinletiyor anlattığını. Hatta ilkin alıştığım zaman takibini arayıp bulamayınca şaşırdım, sonra fark ettim anlatıcının yan koltukta oturduğunu.

Edebiyat okumak hikâye dinlemekten, kendi hikâyeni hatırlamaya, yazarı sobelemeye, yazarla birlikte eğlenmeye türlü çeşitli halleri yaşatıyor insana. Hele yazarın eğlendiğini anladığınız kısımlar bambaşka zevk veriyor okura. Burada da özellikle “Hikâye Kahramanım: Zabel Manol”’da yazarın hikâyeler uydurmadan ne denli zevk aldığını fark edebiliyorsunuz.

Bugünlerde hayatın anlamını çözmüş, insanlığın her daim aynı ve tarihin aslında bir tekrardan ibaret olduğunu anlatan hikâyelerin çok sattığını biliyoruz. Nedeni tamamen başka bir yazının konusu ama ekonomik ve toplumsal bunalımın yaşandığı günlere denk gelmelerinin bir anlamı olduğunu sanıyorum. Merak yerine kabul, toplum yerine birey, değişim yerine kesinlik konup; bugün içinde yaşadığımız eşitsiz, zalim, ayrıştıran, öteleyen halleri, her gün daha da köşeleri sivrilen varoluşumuzu insan karakteriymiş gibi anlatan kitaplar çok satıyor. Hadi en iyi niyetimle durumumuzu kabullenmek için okuduğumuzu varsayayım, yine de gözümüzü perdeleyen yanlı haberlerden çok da farklı değiller. Oysa her birimiz zaman, mekânlar ve karşılaşmalar sayesinde çok farklı huylar, alışkanlıklar edinmişiz ve her gün değişiyoruz; ne dünden bağımsızız ne yarına karşı sorumsuz. Bizim Unuttuğumuz Şey’deki geniş zaman, gerçekten artık var olmadığını düşündüğümüz karakterlerin aslında yanı başımızda durduklarını anlatıyor. Mahmut Şenol merakı, oyunbazlığı ve tüm titizliğiyle sadece bu toprakların insanlarını, günlük yaşamını değil özleyeyazdığımız edebiyatını da hatırlatıyor.

Yorum yapın